Elbise

Elbise

Elbise kullanım itibariyle muhtemelen en başta kapatma amacıyla ortaya çıktı ve insanoğlu bunu geliştirerek bugünün şeklini verdi. Renkler, desenler, tarzlar gibi unsurlar ortaya çıktı ve artık yeni bir versiyon elde etmiş olduk.

Giyinmeyi sadece insan bedeni olarak da düşünmeyelim. Mesela dağın yamaçlarını örten, bakana ferahlık ve huzur veren yemyeşil ormanlar da koca dünyanın iskeleti olan dağın elbisesidir. Hatta yamaçlarında ot bitmeyen dağlar için “çıplak dağ yamaçları” sözleri kullanılır. Eşyaların iç mekanizmalarını örtmek için de estetik kavramları en yüksek düzeyde taşıyan kimi zaman ergonomi ile birleşen bir takım elbiseler giydirilir.

Eskilerin “libas” olarak da andığı elbisenin hüviyetinde ikinci bir tanımlamadan bahsedebiliriz sanırım. O da daha çok rahatlığın göstergesi olan süslemedir. Günümüz dünyasında bir hayli revaçta olan bu hal elbisenin esas özelliği haline geldi diyebiliriz sanırım. İnsanoğlunun doğa üzerindeki hakimiyeti ve tecrübesi arttıkça keyif unsuruna tabi olarak ortaya çıkan eğilimlerin gayriihtiyari sonucu varmış olduğumuz nokta bu.

 

Karizmatik duruşun ya da güzelliğin öne çıkarılması için kullanılan yeni nesil süslenme usulü bir takım dengeleri de değiştirdi. Artık mana geri planda kalıp şekillere ehemmiyet veren bir nesil olduk. Güzel görünmek, hoş durmak elbette mühimdir. Bunun koskoca tarihimizde ayan beyan örnekleri var. Dileyen Osmanlı mimarisini ve zamanın “içtimai” hayatının çeşitliliğini inceleyebilir. Her toplumun kendine göre rengârenk elbiseler giyip şekillere bürünmesi anlatmak istediklerime harika bir örnek. Özellikle latif dokunuşlarla ayrıntılarda yer alan süslemelere şahit olunca giydirilmedeki sanatı görmemek imkansız.

Fakat yüzyıllar süren ve tarihteki sayılı devletlerden biri olan Osmanlının sosyal hayatında vücudun giydirilmesi kadar aklın ve vicdanın giydirilmesi de ehemmiyet arz ediyordu. Bilgi aklı bileyip keskinleştirir, nefsin bugünün yaygın ifadesiyle egonun köreltilmesi de vicdanı yüceltir. Bencilliğinden uzaklaşan toplum bugün için ütopik olarak düşünülen kültürel seviyelere ulaşır. İnsanın ruhuyla beraber şehirlerin ruhu birer heykel gibi parlar ve güzelleşir.

Yeterince kirlendiğimiz şu ahir zamanda zannediyorum ki hasret kaldığımız, delicesine özlem duyduğumuz hal de bu olsa gerek. Aklı bilgiyle zenginleştirerek ifadelerimizde, bakışlarımızda, hareketlerimizde şeytani aklın değil yüceliğin emarelerini taşımak hoş olmaz mıydı? Maddenin katılığından çok vücut elbisesinin cevheri, sonsuzluğa namzet olan ruhumuzun sönmez bir ışıkla parlaması bize sonsuzluk elbisesi giydirmez miydi? Ne de olsa ancak madde maddeyi mana manayı sarmalayabilir.