insan Tag

Her insanın kendisine mahsus karakteri vardır. İnsan zekâsının sezdiği ancak sayılara döküp de hesaplayamadığı bir harmoni. Belki genetik özelliklerin belki de daha çok tecrübelerin yoğurduğu şekille ruhun pişirilmiş hali. Bu oluşuma dışarıdan baktığımızda müstesna hal ile o halin taşıdığı ismi birleştirerek bir insanın hakkında çeşitli hükümler veririz. Kişiyi ilk tanıdığımızda duruşu, bakışları, sözleri hayal dünyamızda yeni bir alan oluşturur. Zihnimizde ve kalbimizde o zatın ruhunun büyüklüğü kadar yer ayrılır. Her insanın ruhunun dokusu, sıcaklığı, akışkanlığı da farklıdır. Tıpkı hayatı oluşturan etmenlerin farklı halleri olması gibi.

Elbise kullanım itibariyle muhtemelen en başta kapatma amacıyla ortaya çıktı ve insanoğlu bunu geliştirerek bugünün şeklini verdi. Renkler, desenler, tarzlar gibi unsurlar ortaya çıktı ve artık yeni bir versiyon elde etmiş olduk.

Giyinmeyi sadece insan bedeni olarak da düşünmeyelim. Mesela dağın yamaçlarını örten, bakana ferahlık ve huzur veren yemyeşil ormanlar da koca dünyanın iskeleti olan dağın elbisesidir. Hatta yamaçlarında ot bitmeyen dağlar için "çıplak dağ yamaçları" sözleri kullanılır. Eşyaların iç mekanizmalarını örtmek için de estetik kavramları en yüksek düzeyde taşıyan kimi zaman ergonomi ile birleşen bir takım elbiseler giydirilir.

Saydam bir takım şeylerden bahsetmek istiyorum, mesela gölgelerden. Katılığa meyletmiş yahut katılaşmış cisimlerin yansımalarından. Belki de onlardan arda kalanlardan. Nesnenin ardına düşmeyen, ışığın ardı sıra giden, varlık sahnesinde yerini alan, ismi olan bir şeylerden. Acaba gölgeler nedir en basit düşünme biçimiyle, varlığıyla ne anlam ifade...

Toplumda genelde erkek çocukları şımartılır gibi görünür. Fakat ben durumun tam anlamıyla böyle olmadığını düşünüyorum. Çocuklarının hayatın zorluklarıyla karşılaşmasını istemeyen anne babalar, hep evlatları dizlerinin dibinde otursun isterler. Hal böyle olunca da evde oturan erkek çocuğu toplum geleneklerini doğrultusunda yemek yapıp temizlik işlerine karışmaz, karıştırılmaz. Böylece iki seçenekle karşı karşıya kalır. Ya toplum standartlarında küçük bir sosyal grupla gereğinden fazla vakit geçirerek teorik eğitimden uzak sosyal bir varlık olarak hayatını şekillendirir ya da evde özel uğraşları olan asosyal bir varlık olur. İnsanlardan uzak kalmanın pozitif alanda değer kazanması da kolay iş değil. Yazarların azımsanmayacak kısmı bu mevzuda örnek gösterilebilir.

İçinde koca bir ağaç saklı olan bir tohumun ortaya çıkabilmesi için temelde üç şeye ihtiyaç vardır; karanlık, soğuk ve su. İlk bakışta büyük sırlar taşıyan küçük bir tanecik için ne kadar garip bir ortam diye düşünebiliriz. Fakat koca ağaçların vücut bulabilmesi için bu kötü durumdaki etmenlerden birisi eksik olsa nesiller boyu canlıların nemalanacağı dallı budaklı bir şecerenin hayat bulması mümkün olmayacak.

Hepimiz bir zamanlar çocuktuk. Benliğimize masumane duygularımız hâkimdi. Tam güvenle babamızın, annemizin yahut bir hayalin serçe parmağına sımsıkı tutunduğumuz zamanlar oldu. ”O varken bana bir şey olmaz’’ duygusunu taşıdık fütursuzca.

Milyonlarca yetenek harap olup gidiyor şu dünyada. Bu ziyan öylesine açıkça yapılıyor ki, insan israfı arsızlığa erişmiş. Kıyım yapılıyor adeta. Anne babalar en sevdiklerine, kıyamadıklarına kıyıyorlar farkında olmadan. Durumu anlayamıyorlar zira kendi ruhlarının özünü sömürmüş aynı döngü. Mesele yaşamak olmamış artık onlar için, hayatta kalmak olmuş. Mağduriyet büyük, hem anne baba hem de evlatlar aynı çarkın dişleri arasında eziliyor.

Soğuk günlerin sonu gelmiştir. Ancak havada yaz mevsiminin hâkimiyeti de yoktur. Yani hava ne sıcak ne de soğuktur. Kalın giyinsen pişersin ince giyinsen titrersin. Öyle bir şey işte. Günler arasındaki sıcaklıklar ve gün içindeki sıcaklıklar değişkendir. Peki, bu insan için en adi haliyle ne demektir?...

Her kavram doğası gereğince davranış sergiler. İnsanoğlu da eşya ve hadiselere anlam yükleyerek onları tanımlar. Belki de tanımlar vardı da sonraları coğrafi yaşam şartlarına veya her fıtrata göre yeni tarifler gelişti. Temel olarak tanımlamalar maddi ve manevi olarak iki ana konuya ayrılabilir. Mücerret kavramlar duygu ve düşünce olarak insan formunda yerini alır ve birçok duygu da kendi vazifesini yapar. Korku sözcüğü de nevi şahsına münhasır karakterini kelimeler mahfilinde korumakta ve kendine ait olan kalıbı doldurmaktadır.

İnsan yutan her şehirde acımasızlık ve bencillik duygularının hüküm sürdüğü açık. İnsanlığa ait olumlu duygular ise kıyıda köşede, ancak ortalık durulduğu zaman açığa çıkabiliyor. Mesela günün tüm karmaşası arasında bir fincan kahve içme fırsatını ancak yakalayabilmiş birisinin, o kısacık zaman dilimindeki devasa iç hesaplaşmasını görmek çok zor değil. O anı fırsat bilen kişi hemen ruhuna yöneliyor çünkü buna ihtiyacı var. Ruhundaki yaraları iyileştirmesi lazım, yüreğinin derinliklerine doğru ilerleyen kıymıklar temizlenmeli ki huzura erişebilsin. Belki de insan manevi olarak gayriihtiyarî böyle bir çaba içine giriyor.